Marka Hukuku Nedir?

Markanın köklerinin çok eski devirlere dayandığını söyleyebiliriz. İlk çağ ve orta çağda bazı eşyalar üzerindeki semboller markanın önceki kullanımının ilk örnekleri olarak göze çarpmaktadır. Fransız krallarının iç çamaşırlarında yasemin çiçeği, gül, karanfil gibi motiflerin kullanılması örnek olarak gösterilebilir. Her ne kadar markaların tarihsel kökenini eski çağlara dayandıranlar, bahsi geçen işaretlerin bir sanatçının, herhangi bir işletmenin veya loncanın mallarını, diğerlerinin ürününden ayıran özelliğinin marka olduğunu kanıt olarak kabul etse bile, aslında malın bir aileye veya kişiye ait bulunduğunu belirten sembolleri mi ifade ettiği tartışmalıdır.
Yine eşyalar üzerinde kullanılan işaretler çoğunlukla üretim yapan kişinin ya da imalathanenin belirlenmesi amacıyla ve hatta malvarlıklarını korumaya yönelik olarak mülkiyet haklarını göstermek amacıyla da kullanılırdı. Hanedan armaları, mülkiyet markalarına örnek olarak gösterilebilir. Başlarda sefere katılan askerlerin giysilerine, kalkanlarına ve bayraklarına, birbirlerini tanımalarına yardımcı olması için koyulmuş olan armalar, daha sonra zamanla aile, boy ve hükümdarlık sembollerine dönüşmüştür. Alfa-Romeo’nun kullandığı Milan arması, Porsche’nin kullandığı Stuttgart arması hala bu şekilde marka olarak kullanılan işaretlerdendir.
Marka tescilinde kötü niyet kapsamı açısından dar olmakla birlikte derinlemesine incelemenin yapılmayışı bu konuya eğilmemize neden olmuştur. ´´Marka´´, ´´Kötü niyet´´, ´´Tescil´´ kelimelere bakıldığında son derece geniş anlamları kapsamaktadır. Çalışmamda marka tescilinde kötü niyeti ve başvurulacak yollar ele alınacaktır.
Marka ve Kötü Niyet
Kötü Niyet Kavramı
Kötü niyet kavramı genel olarak ´´ kişinin bilmesi veya bilmesi gereken şeyi bilmemesi kötü niyetin varlığı için yeterlidir´´ şeklinde ifade edilmiştir. Kötü niyet kavramı hiçbir kanunumuzda tanımlanmamıştır. Ancak kötü niyete işaret eden ve Türk Medeni Kanunu´muzun başlangıç hükümleri arasında yer alan hakların kötüye kullanılmasını yasaklayan ana ilke TMK´nın ikinci maddesinde düzenlenmiştir.
Hakkın kötüye kullanılması ve borçların yerine getirilmesinin tabi olduğu ana ilke olan dürüst davranma ilkesiyle incelenmesi şarttır. Çünkü hükmün iki fıkrası birbirini tamamlar mahiyettedir. Dürüstlük başlığı altında yer alan TMK’nın 2/1 maddesine göre “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır”. Bahsi geçen dürüstlük kuralları herhangi bir yerde yazılı olmadığı için toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekalı kişilerin ahlak, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uyan sürekli davranışları sonucunda oluşan ve toplum tarafından da toplumun menfaatlerine ve iş hayatının gereklerine uygun görülerek benimsenen kuralların tümüdür. TMK´ unun 2/2 maddesine göre ´´Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk korumaz. ´´ TMK´ un 2/2 maddesi hükmü ile bir yasak getirilmiştir. Ancak bu yasak koyduğu sınırlarda geçerlidir.
Marka Hukukunda Kötü Niyet
Ülkemizde olduğu gibi Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde ve diğer birçok ülkede kötü niyetin tanımı yapılmamıştır. Bazı ülkelerin Marka Hukukuna ilişkin düzenlemelerinde kötü niyet kavramından hiç bahsedilmezken bazı düzenlemelerde tanım yapılmaksızın kötü niyet kavramı kullanılmıştır. Yabancı ülkelerin Marka Hukukunda kötü niyete ilişkin yaklaşımları daha çok Mahkeme kararlarının incelenmesiyle anlaşılabilmektedir.
Öte yandan ülkelerin kendi Marka Kanunlarında yer alan hükümlerden kötü niyete ilişkin bazı çıkarımlarda bulunabilmektedir. Örnek vermek gerekirse İngiltere Marka Kanunu’nun 32/3 maddesine göre başvuru, markanın ilgili mal veya hizmetlerde başvuru sahibince veya onun izniyle kullanılıyor olmasına veya “iyi niyetle” kullanım niyetine sahip olunmasına dayanmalıdır. Sözü edilen hüküm ile kötü niyet her ne kadar kanunlarında tanımlanmamış olsa da markanın tescili için iyi niyetle kullanım niyetine sahip olunması gerektiği düzenlenerek dolaylı yoldan kötü niyete işaret edilmiştir.
Kötü niyet kavramının hiçbir kanunumuzda tanımlanmadığı önceden de vurgulanmıştır. TPE’nin 2011 yılında yayınladığı TPE Marka İnceleme Kılavuzu’nda ise Marka Başvurularında Kötü Niyet Değerlendirmesi başlığı altında kötü niyet kavramının “bilerek ve haksız bir avantaj kazanmak veya başkalarına zarar vermek amacıyla genel olarak kabul edilmiş ahlaki davranışların ve dürüst ticaret ilkelerinin dışında davranan kişinin durumu” olarak tanımlanabileceği ifade edilmiştir.
Yine söz konusu kılavuzda, marka hukukunda genel olarak kabul gören anlayışı esas alarak tescil yoluyla sağlanan marka korumasının amacına aykırı şekilde kötüye kullanılması yoluyla başkasının markasından haksız yarar elde etmeyi, markayı gerçekte kullanmayıp yedeklemeyi, marka ticareti yapmayı, gerçek hak sahibinin piyasaya girişini engellemeyi, gerçek hak sahibine maddi veya manevi zarar vermeyi amaçlayan ya da şantaja yönelik başvuru ve tesciller belirtilerek, bahsi geçen hususların TPE ‘ce kötü niyetli kabul edildiği yer almaktadır. Kılavuzda yer alan, kötü niyet olarak kabul edilen bir diğer durum da gerçek hak sahibi ile arasında sözleşme yahut ön sözleşme bulunan başvuru sahibinin, tescil yolu ile ve dürüstlük ilkelerine aykırı biçimde marka üzerinde hak temin etme girişimidir.
Anılan kılavuzda Marka Başvurularında Kötü Niyet Değerlendirmesi başlığı altında Kötü Niyetin Tespitinde Dikkate Alınacak Zaman Dilimi, Kötü Niyetin Tespiti Kötü Niyet Kapsamına Girmeyen Durumlar yer almaktadır.
Kılavuzda kötü niyet değerlendirmesi ile karıştırılma ihtimali incelemesinin birbirinden bağımsız içerikte olduğu ifade edilmektedir. Markaların benzerliği, markaların görsel, işitsel, kavramsal benzerliklerine bağlı olarak ortalama tüketicinin bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiği, başvuruyu yapan kişinin davranış biçiminden (niyetinden) kaynaklanan haller markaların benzerliği değerlendirmesine esas teşkil etmeyeceği vurgulanmıştır.
Marka Tescilinde Kötü Niyet
Almanya ve diğer birçok Avrupa ülkesinde, markanın ancak bir işletmeye bağlı olarak tescil edilebileceği kuralının ortadan kaldırılması sonucunda kötü niyetli marka başvurularının yolu açılmıştır. Ancak bir yandan da kötü niyetli marka başvurularının, mutlak tescil engeli ve hükümsüzlük nedenleri arasında sayılması ile kötü niyetli marka tescili başvuruları önlenmeye çalışılmıştır. Türkiye’deki durum ise 1995 yılında kabul edilen 556 sayılı KHK ile markanın ancak işletmeye bağlı olarak tescil edilebileceği kuralı ortadan kaldırılmıştır. Bu şekilde kötü niyetli marka başvurularının önü açılmış ve bir taraftan da diğer Avrupa ülkelerinin aksine kötü niyetli tescil başvurusu başlı başına ayrı bir hükümsüzlük nedeni olarak düzenlenmemiştir.
556 sayılı KHK’nin 35/1 maddesi hükmünde kötü niyetli marka tescil başvurularına karşı sadece itiraz yolu ön görülmüştür. 556 sayılı KHK’nin 35/1 maddesinde “Tescil başvurusu yapılmış markanın 7´nci ve 8´inci madde hükümlerine göre tescil edilmemesi gerektiğine ilişkin itirazlar ile başvurunun kötü niyetle yapıldığına ilişkin itirazlar ilgili kişiler tarafından marka başvurusunun yayınından itibaren üç ay içerisinde yapılır.” (Spekülasyon ve Engelleme Markaları. Ankara Barosu Fikri Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Dergisi) hükmü düzenlenmiştir. Ancak diğer Avrupa ülkelerinin aksine kötü niyetli tescilin ayrı bir hükümsüzlük nedeni olarak düzenlenmeyişi, sadece markanın tescilinde bir itiraz sebebi olarak sayılması 556 sayılı KHK’nin sistematiği ve ruhuna aykırı olduğu sonucuna varmamıza olanak sağlar. 556 sayılı KHK ile kötü niyetli tescilin hükümsüzlük nedeni olarak kabulü ile ilgili herhangi bir düzenleme getirilmemiş olması karşısında uygulamada süre gelen markanın kötü niyetli tescili ilişkin uyuşmazlıklarda, kötü niyetli tescilin hükümsüzlük sebebi olarak kabulü Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.07.2008 tarihli kararı ile olmuştur. Bu karara göre KHK’nın 42. Maddesinde Kötü niyetli tescilin başlı başına bir hükümsüzlük nedeni olarak düzenlenmemiş olsa dahi, genel hüküm ve temel prensip niteliğindeki TMK ’nın Maddesi uyarınca kötü niyetin korunmasının söz konusu olmayacağından dolayı aynı sonuca ulaşılmasının KHK’nın ruhuna da uygun olduğu belirtilmiş ve bu bakımdan her somut olayın özellikleri göz önüne alınarak açıkça kötü niyetle gerçekleştirildiği belirlenen marka tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilebilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Söz konusu uyuşmazlıkta Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, KHK’nın 42. Maddesinde özel olarak düzenlenen sınırlı sayıdaki hükümsüzlük nedenler içerisinde yer almayan ‘marka tescilinin kötü niyetle yapıldığı iddiasına dayalı hükümsüzlük isteminin’ KHK’nın sistematik ve ilkeleri ile genel hüküm ve temel prensip niteliğindeki TMK’nın 2. Maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirterek bu konuda çığır açan bir karar almıştır. 556 sayılı KHK’da mevcut olan bu eksiklik yeni kanunda giderilmiştir. 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunun, Marka Tescilinde Nispi Ret Nedenleri yan başlıklı 6. Maddenin 9. Fıkrasında kötü niyetli tescil hükümsüzlük nedenleri arasında sayılmıştır.
Marka Tescilinde Kötü Niyet Halleri
6769 sayılı SMK’nın 6/9 maddesinde ‘‘Kötü niyetle yapılan marka başvuruları itiraz üzerine reddedilir’’ diyerek kötü niyetin bir itiraz sebebi olarak gösterildiği ne kadar aşikarsa ve Marka Tescilinde Nispi Ret Nedenleri yan başlığı altında düzenlenmiş olduğundan SMK madde 25 kapsamında nispi ret nedenlerinin hükümsüzlük halleri olarak nitelendirildiğinden, kötü niyetin bir hükümsüzlük sebebi olarak gösterildiği de bir o kadar açıktır.
Türk doktrinine de kötü niyetli tescil konusu sadece genel olarak incelenmekte ve başvurunun kötü niyetle yapılması ile neyin kastedildiği, dolayısıyla, kötü niyetli tescilin kapsamına hangi hallerin girdiği konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. SMK’ya baktığımızda kötü niyetli marka tescili olarak kabul edilecek durumlar tahdidi olarak sayılmamıştır, dolayısıyla her somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmesi daha doğru olacaktır. Kötü niyetli marka tescili olarak değerlendirilebilecek durumlar, Yargıtay kararlarında tescil sırasında markanın amaç ve fonksiyonlarına aykırı şekilde, iyiniyetli üçüncü kişileri baskı altında tutma, onlara şantaj yapma, onlardan haksız yararlanma, marka ticaretini yapma gibi gerekçelerle tescil yaptırmışsanız bu kötü niyetli bir tescildir. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki kötü niyetli tescil çok farklı şekillerde karşımıza çıkabilmektedir. Kötü niyetli tescil en çok başvuru sahibinin markayı kullanma niyetinin olmaması veya marka üzerinde üçüncü kişilere ait üstün hakkın bulunması durumlarında ortaya çıkmaktadır. TEKİNALP’e göre marka yedekleme, marka ticareti yapma amacını veya şantaja yönelik markalar kötü niyetli tescil halleridir. Sonuç olarak bir markanın kullanılması için ciddi çalışmalar yapıldığını bilen bir kişinin sırf başkasına zarar vermek amacıyla veya adına tescil ettireceği markayı daha sonra yüksek bir bedel karşılığında satmak amacıyla tescil ettirdiği markalar, kötü niyetle tescilin konusunu oluşturan başlıca hallerdir. Ayrıca yine aynı hallerin kötü niyeti bir hükümsüzlük sebebi sayılması halinde hükümsüzlük davasının konusunu oluşturacağı açıktır.
Ancak tek bir veriye dayanılarak kötü niyetin var olduğu sonucuna varmanın sağlıklı olamayacağı gerek Yargıtay kararlarından gerek yabancı mahkeme kararlarından anlaşılmaktadır. Örnek olarak yabancı mahkemeler başvuru sahibinin markayı tescil ettirildiği mal ve hizmetler için kullanmaması halinde genel olarak bir kötü niyetin var olduğu sonucuna varılamayacağını vurgulamıştır. Markanın tescilinde kötü niyet farklı farklı amaçlar doğrultusunda görünüm arz edebilir. Markanın tescilinin bir araç olmaktan çıkıp kötü niyetli olarak bir amaca yönelim arz etmesinin başlıca görünümü var olan bir markanın tanınırlığından bahsedilmektedir. Markanın tescilinde var olan bir markanın tanınırlığından yararlanma, kötü niyetli tescil hallerinin ilk akla gelenlerindendir. Belki de bu duruma örnek oluşturabilecek en uygun davalardan biri “T.C. Başbakanlık TOKİ” davasıdır. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı “T.C. Başbakanlık TOKİ Toplu Konut İdaresi Başkanlığı + Şekil” olmak üzere 29.05.2006 tarihinde sadece 37. sınıf için TPE’ne marka başvurusunda bulunulmuştur. 06.04.2007 tarihinde ise 45. sınıf dahil tüm sınıflarda marka başvurusunda bulunulmuştur. Bahsi geçen şekil etrafı 11 mavi yuvarlak ile çevrili yeşil ağaçtır.
Mahkeme, davacının gerek kuruluş tarihinden gerek marka tescili tarihinden önce TOPLU KONUT olarak anılır hale geldiği, başka bir anlatımla anılan hizmet türünün davacı idareye bağlandığı, anılan ibare kullanıldığında veya duyulduğunda davacı kurumun akla geldiği, anılan ibarenin tescilsiz kullanımı niteliğinde bulunduğu ve ayırt edici nitelik kazanan bir işaret olduğu, bir diğer yandan ise TMK’nın 2’nci maddesi uyarınca Türkiye’de en önemlisi de bir kamu kurumu tarafından kullanıldığını bildiği, tescilli bir marka olmasa da geniş halk kesimlerine ulaşmış bir işaretin, aynısı veya benzerinin haklı bir neden olmaksızın ve geçerli bir mazereti bulunmaksızın, adına tescil ettiren kişinin amacına, bu tanınmış işaretten haksız yarar sağlamak olduğu, sonuç olarak davalının bu tescilinin haksız ve kötü niyetli olduğu gerekçesiyle, davalı adına tescil ettirilmiş olan markanın hükümsüzlüğü ile sicilden terkinine karar vermiştir. Davacının dava dilekçesinde yer alan istemlerden; haksız rekabetin tespiti ve önlenmesine, davalıya ait alan adının kullanımının durdurulmasını ve önlenmesini, maddi tazminat talep haklarının saklı tutulmasını, manevi tazminata dair istemleri hakkında davanın kısmen reddedilmesi sonucunda davacı taraf temyize gitmiştir. Davacı taraf, davalının alan adı kullanımından men edilmemesi, tazminat istemlerinin kabul edilmemesi, davalı fiillerinin haksız rekabet olarak tespit edilmemesi yönlerinden karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Temyiz aşamasında Yargıtay, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen sebeplerle karar düzeltme isteminin reddine karar vermiştir. Yargıtay, kararı usul ve kanuna uygun bularak hükmü onamıştır.
Yukarıda bahsi geçen dava başka bir markanın tanınırlığından yararlanma şeklinde oluşan kötü niyete belki de en güzel örneklerden biridir. Çünkü söz konusu davada sadece tanınmış bir markanın tanınırlığından yararlanmaktan belki bir adım daha öteye gidilerek güvenilirliğinden yararlanma durumu söz konusudur. Elbette ki bir devlet kurumunun sağlayacağı güven ile hiç tanımadıkları yahut tanınmış dahi olsa belki de akıllarında soru işareti yaratacak bir şirkete güven aynı olamayacaktır. Diğer yandan davalı şirketin davacı idarenin tescilsiz olarak kullandığı markayı bilmeme gibi bir olasılığı olmadığı açıktır. Kötü niyet sözü geçen davada markayı oluşturan işarette de açıkça görülmektedir. Davacının markasında küçük bir ağaç kullanılırken davalının markasında küçük bir yaprak kullanılmıştır. Bahsi geçen yaprak ve ağaç son derece birbirine benzer şekillerden oluşmuştur. Başka bir anlatımla davalının kullandığı yaprak şekli ağaç şeklinde de algılanmaya müsaittir. Her ikisi de yeşil renktedir.
Yabancı Mahkeme kararlarından örnek vermek gerekirse Arjantin’de görülen markanın tescilinde kötü niyete ilişkin en önemli davalardan biri “La Vache Qui Rit” davasıdır.
Markanın Fransız sahibi tarafından 1952 yılında yapılan marka tescili başvurusuna karşı 1927’den beri markasını tescilli bir şekilde kullanan Arjantinli sahibi tarafından itiraz edilmiştir. Başvuru sahibi iddiasını Medeni Kanunlarının 953’üncü maddesine dayandırarak ahlak dışı eylemlerin geçersiz sayılacağını ileri sürmüştür. Buenos Aires Federal Temyiz Mahkemesi, delilleri incelediğinde Arjantin’de 30 yıldan fazla “VACA QUE RIE” ibaresini peynirlerinde kullanan Arjantinli şirketin markasını tescil esnasında Fransız şirketin tanınmış markasını biliyor olması gerektiği sonucuna varmıştır. Temyiz Mahkemesince Arjantin yasalarının sadece ülkelerindeki tescilli markaları korumakla kalmayacağı aynı zamanda yurt dışında tescil edilmiş markaların birebir kopyalarının tesciline de izin vermeyeceği vurgulanmıştır. Temyiz Mahkemesi aynı markanın aynı ürünler için aynı logo ile kullanılmasını “mucizevi bir tesadüf” olamayacağından tanınmış Fransız markasının çevirisi olan markanın hükümsüzlüğüne karar vermiştir.
Kötü niyetli tescilin bir hükümsüzlük nedeni sayıldığı Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerde (İspanya, İngiltere, Almanya) marka düzenlemelerinde belirlenen kötü niyetli tescil hallerinden başlıca olanları aşağıda incelenecektir:
Engelleme Markaları
Engelleme amaçlı marka tescil başvuruları, marka hukukunda kötü niyetin en çok karşılaşılan görünüm biçimlerindendir. Bu başvuruda, başkası tarafından kullanılmakta olan bir markanın aynısı veya benzerini, sırf belli bir işletme veya kişiyi engellemek amacıyla tescil ettirmek istemektedir. Markanın kendi adına tescili sağlayan başvuru sahibi, bu yolla elde ettiği tekel hakkı çerçevesinde, belli bir işletme veya kişinin söz konusu markayı tescilli veya tescilsiz kullanmasına engel olmak istemektedir.
B) Spekülasyon Markaları
Spekülasyon marka tescili, marka hukukunda kötü niyetin diğer bir görünüm biçimidir. Marka sahibi, markayı bizzat kullanma yerine, marka ticareti yapma, baskı ve şantaj aracı olarak veya maddi menfaat elde etmek amacıyla, diğer bir ifadeyle marka ticareti yapmayı amaçlamaktadır.
C) Vekil Markaları
Ticari vekil veya temsilcinin, müvekkilin markasını onu engellemek maksadıyla kendi adına tescil ettirmesi, kötü niyetli tescilin bir diğer görünüm biçimidir. Ticari vekil veya temsilci, sahip olduğu vekalet veya temsil ilişkisine dayalı yetkisinin dışına çıkarak hareket etmekte ve marka sahibinin izni olmaksızın kendi adına tescil ettirmek istemektedir.
D) Tanınmış Kişi Adı Markaları
Tanınmış kişilere ait ad ve resimlerin ilgisiz kişilerce marka olarak tescili istemiyle yapılan başvurular da kötü niyetli tescil kapsamında değerlendirilmektedir. Tanınmış bir kişinin adını tescil ettiren başvuru sahibinin amacı, ya spekülatif amaçlı markalarda olduğu gibi, söz konusu markayı devrederek kazanç elde etmek ya da tanınmış kişilerin adını kullanmak suretiyle bu kişilerin reklam gücünden haksız yarar sağlamaktadır.
E) Tanınmış Alan Adı Markaları
‘‘İnternet üzerinde bulunan bilgisayar veya internet sitelerinin adresini belirlemek için kullanılan internet protokol numarasını tanımlayan adlar’’ olarak tanımlanan internet alan adları da ayırt edici olmaları koşuluyla, ‘www’ ibaresi ile birlikte veya ibare olmaksızın marka olarak tescil edilebilirler. Özellikle elektronik ortamda ün ve itibar kazanmış alan adların marka tescilini sağlamak suretiyle haksız yarar sağlama düşüncesi, bu tür başvuruların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Markanın Kötü Niyetli Tesciline Karşı Başvurulabilecek Hukuki
Kötü Niyetli Marka Tescil Başvurusuna Karşı İtiraz ve İtiraz Süresi
Marka hakkı, gayri maddi mal varlığı haklarından olup aynı zamanda mutlak nitelik taşımaktadır. Bu nedenle herkese karşı ileri sürülebilen ve sahibine inhisarı yetkiler sağlayan haklardandır. SMK’nın 7/1 maddesine göre, bu Kanun kapsamında sağlanan marka koruması, tescil yoluyla elde edilir. TÜRKPATENT, tescil başvurularını öncelikle ‘şekli’ olarak ve ‘mutlak ret nedenleri’ bakımından inceler. Bu inceleme sonucu şartları eksiksiz şekilde yerine getirilmiş ve 15. Madde ile 16/1 madde hükümlerine göre reddedilmemiş olan başvuru, Marka Bülteninde yayımlanarak üçüncü kişilerin itirazlarına sunulur.
SMK’nın 18/1 maddesi ile kötü niyetli marka tescil başvurularına karşı itiraz imkânı oluşturulmuştur. Maddeye göre, ‘‘Bültende yayımlanmış bir marka başvurusunun, 5. Ve 6. Maddelere göre tescil edilmemesi gerektiğine ilişkin itirazlar ilgili kişiler tarafından marka başvurusunun yayımından itibaren iki ay içinde yapılır.’’ demektedir. SMK’nın 6/9. Maddesine göre kötü niyetli başvuru, nispi ret nedenleri arasında sayıldığından dolayı, bu madde hükmüne göre kötü niyetle yapılan başvurular aynı zamanda SMK’nın 18/1 hükmü gereğince itiraz nedenidir.
İtirazın Yapılacağı Merci
6769 sayılı SMK’nın 18/1 maddesi uyarınca itiraz sebepleri arasında sayılmış olan kötü niyetle başvuru yapıldığı itirazını incelemek gerekir. 6769 sayılı SMK’nın 18/1 maddesinde kötü niyetli tescilin TPE’ce resen göz önünde bulundurulamayacağı anlaşılmaktadır. Başka bir anlatımla TPE, tescil başvurusunun açıkça kötü niyetli olduğunu fark etse dahi, olayın niteliği 5’nci maddedeki mutlak ret nedenleri kapsamında değerlendirilebilmesine de olanak sağlamıyorsa kendiliğinden kötü niyet halini bir tescil engeli sayarak tescili reddedemez. Hükme göre tescil başvurusunun kötü niyetli olduğuna dair itiraz, tescil başvurusunun marka bülteninde yayınlanmasından itibaren 2 ay içerisinde yapılmalıdır. 6769 sayılı KHK’nin 18/2. maddesinde belirtildiği üzere yazılı bir dilekçenin TPE’ne yöneltilmesi gerekir.
Kötü niyetle itirazın incelenme prosedürü diğer itirazların incelenme prosedürüyle aynıdır. İtiraz sahibi hem kötü niyete hem mutlak ret sebeplerine hem de nispi ret sebeplerine dayanabilir. Markanın tescilinin başvurusunun reddi bakımından bunlardan yalnızca birisinin ispat edilmesi yeterlidir.
6769 sayılı SMK’ya bakıldığında salt tescil talebinin kötü niyetli olduğu iddiasıyla itiraz edilebileceği görülmektedir. Kötü niyet itirazı reddedilirse, itiraz sahibi bu defa TPE’nin ret kararına karşı itiraz sürecini işletme yoluna gidebilecektir. İşte bu itiraz da reddedilirse, tescile karşı çıkan itiraz sahibi, TPE Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun kesinleşen ret kararına karşı adli yargıda dava açabilir. Davanın konusu kararın iptalidir. YİDK işlemlerinin iptali için iki ay içinde, SMK’nın 156/2. Maddesine göre, görevli ve yetkili mahkeme olan Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinde dava açabilecektir.
Hükümsüzlük Davası Açma
Hükümsüzlük nedenleri SMK’nın 25. Maddesinde düzenlenmiştir. Madde hükmüne göre, 5. Maddede sayılan mutlak ret nedenleri ile 6. Maddede sayılan nispi ret nedenleri, aynı zamanda birer hükümsüzlük nedenidir. Kötü niyetli tescil de SMK 6/9. madde kapsamında düzenlendiğinden dolayı bir hükümsüzlük nedenidir. Bir marka kötü niyetin varlığına rağmen tescil edilmiş ve bu neden sonradan tespit edilmiş olursa, sicilden resen terkin edilemez. Bunun için marka hükümsüzlük davası açılması ve Mahkeme aracılığıyla hükümsüz kılınması gerekmektedir. Hükümsüzlük davası sonunda, markanın sicilden terkinine karar verilebileceği için, eda davası niteliğindedir. Hükümsüzlük davasında, tescilin kötü niyetli olup olmadığı, bu şekilde tescil ettirildiği iddia edilen markanın ‘tescil başvurusu yapıldığı tarih itibariyle’ incelenmelidir. SMK’nın 25/2. Maddesine göre Menfaati olanlar, Cumhuriyet savcıları veya ilgili kamu kurum ve kuruluşları hükümsüzlük davası açabilir. Hükümsüzlük davası, dava tarihinde sicilde marka sahibi olarak kayıtlı kişilere veya hukuki haleflere karşı açılır. Marka sahibinin halefleri mirasçılar veya markayı devir alanlardır. Marka sahibinin birden çok kişi olması halinde marka hükümsüzlüğü davası tüm marka sahiplerine karşı açılması gerekmektedir.
SMK’nın 25/6. Maddesinde hükümsüzlük davası için 5 yıllık süre ön görülmüştür. Madde hükmüne göre ‘Marka sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği halde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa sonraki tarihli marka tescili kötü niyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremez.’ demektedir. Maddeye göre 5 yıllık süre sadece haksız tescil sahibinin iyiniyetli olması hali için geçerlidir. Marka tescilinin kötü niyetli olması halinde ise, hükümsüzlük davasının açılabilmesi için herhangi bir süre söz konusu değildir.
Uygulamada da kötü niyetli tescilin süreye tabi olamayacağı bir YHGK kararında vurgulanmıştır. İstanbul 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi önüne gelen bir olayda davacı, İtalya’da yerleşik bir şirket olup “ICE” markaları ile tanınmış olduğunu Türkiye’de de “ICE” markasını ve “ICEBERG” markasını tescil ettirdiğini ve “ICEBERG” markasının tanınmış marka olduğuna dair mahkeme kararı olduğunu, yine kendisine ait olan “ICEBOYS” markasının Sadırlar Ltd. Şti. Tarafından tescil ettirildiğini ve davalıya devir edildiğini 2003 yılında öğrendiğini ve davalının markasını takip etmesi için ihtarname gönderdiğini ancak bunun sonuçsuz kaldığını davalının “ICEBOYS” markasının tescilden terkinini talep etmiştir.
Mahkeme, davalının markasını 23.05.2000 tarihinde tescil ettirdiğini, 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği, uzun süre sessiz kaldıktan sonra hükümsüzlük davası açılmasının TMK’nın 2’nci maddesi ile bağdaşmadığını savunarak, davacının kötü niyetli olduğunu ileri sürmüştür. Savunmayı inceleyen mahkeme, davalının markayı kötü niyetle tescil ettirmesi nedeniyle davanın süreye tabi olmadığını , ayrıca davalı markasının 02.01.2002 tarihinde tescilinin ilan edilmesi nedeniyle dava tarihine göre 5 yıllık sürenin dolmadığını geçen bu sürelerin sessiz kalma yoluyla hak kaybı için yeterli olmadığı, davalının aynı sektörde faaliyet gösteren markaları bilmesi gerektiğinden iyi niyetli olamayacağı, davacı markasının tanınmış bir marka olduğu ve markalar arasında görsel ve işitsel olarak iltibasın bulunduğu sonucuna vararak şekil + ”ICEBOYS” markasının hükümsüzlüğüne TPE markalar sicilinden terkinine karar vermiştir.
Hükümsüzlük davalarında görevli mahkeme SMK’nın 156/1 maddesi gereğince Fikri ve Sınai Haklar İhtisas Mahkemeleridir. Fikri ve Sınai Haklar İhtisas Mahkemeleri bulunmayan yerlerde Asliye Hukuk Mahkemesi görevlidir. Yetkili mahkeme ise, özel yetki kuralı halinde düzenlenen SMK’nın 156/5 maddesine göre, davalının yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesidir. Hükümsüzlüğü talep edilen marka sahibinin yani davalının Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmaması durumunda ise yetkili mahkeme davanın açıldığı tarihte davalının sicilde kayıtlı marka vekilinin iş yerinin bulunduğu yer mahkemesidir. Dava açıldığı tarihte marka sahibinin sicilde kayıtlı bir vekili bulunmuyorsa Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemeleri yetkili olacaktır.
SONUÇ
Kötü niyet kavramının hiçbir kanunumuzda tanımlanmadığı önceden de vurgulanmıştır. TPE’nin 2011 yılında yayınladığı TPE Marka İnceleme Kılavuzu’nda ise Marka Başvurularında Kötü Niyet Değerlendirmesi başlığı altında kötü niyet kavramının “bilerek ve haksız bir avantaj kazanmak veya başkalarına zarar vermek amacıyla genel olarak kabul edilmiş ahlaki davranışların ve dürüst ticaret ilkelerinin dışında davranan kişinin durumu” olarak tanımlanabileceği ifade edilmiştir.
Yine söz konusu kılavuzda, marka hukukunda genel olarak kabul gören anlayışı esas alarak tescil yoluyla sağlanan marka korumasının amacına aykırı şekilde kötüye kullanılması yoluyla başkasının markasından haksız yarar elde etmeyi, markayı gerçekte kullanmayıp yedeklemeyi, marka ticareti yapmayı, gerçek hak sahibinin piyasaya girişini engellemeyi, gerçek hak sahibine maddi veya manevi zarar vermeyi amaçlayan ya da şantaja yönelik başvuru ve tesciller belirtilerek, bahsi geçen hususların TPE’ce kötü niyetli kabul edildiği yer almaktadır. Kılavuzda yer alan, kötü niyet olarak kabul edilen bir diğer durum da gerçek hak sahibi ile arasında sözleşme yahut ön sözleşme bulunan başvuru sahibinin, tescil yolu ile ve dürüstlük ilkelerine aykırı biçimde marka üzerinde hak temin etme girişimidir.
Yargıtay kararlarından ve yabancı mahkeme kararlarından markanın kötü niyetli tescili hususunda paralel görüşlerin kabul edildiği açıkça anlaşılmaktadır. Belki de en önemli husus gerek Yargıtay kararlarında gerek yabancı mahkeme kararlarında vurgulandığı üzere markanın tescilinde kötü niyetin “somut olay”ın özellikleri dikkate alınarak incelenmesidir. Başka bir anlatımla genel bazı tespitlerden yola çıkarak değil ancak somut olayın iyi bir değerlendirilmesi yapılarak sonuca ulaşılabilecektir.
Yargıtay kararlarında kötü niyet, yeterince açığa kavuşturulamadığı gibi hangi verilerin kötü niyete işaret ettiği kapsamlı bir şekilde ele alınmamıştır. Yabancı mahkeme kararlarında da her ne kadar kötü niyet tam olarak tanımlanamasa da hangi durumlarda nasıl çıkarımlarda bulunulabileceği yahut bulunulamayacağı hususunda görüşler belirtilmiştir. Ancak sonuç olarak yine genel tespitlerde bulunulamamıştır.
Benzerliklerinin yanı sıra Yargıtay kararları ile yabancı mahkeme kararları arasında bazı farklı bakış açıları dikkat çekmektedir. Örnek olarak Yargıtay kararlarında marka tescili yaptırılırken basiretli bir iş adamı özeni göstermek ile iyi niyet arasında dolaylı yoldan da kötü niyet arasında bir bağlantı kurulmuştur. Yargıtay 11. HD’nin 23.06.2000 tarih ve kararında özetle Yargıtay davanın meslekten olması ve basiretli bir iş adamı özeni göstermekle yükümlü olması dolayısıyla davalının kendisine ait markayı ihdas ve tescil ettirirken, aynı iş kolunda çalışan maruf ve meşhur olan davacıya ait markayı bilmesi gerekmesi nedeniyle iyiniyetli olamayacağı sonucuna varılması gerektiği görüşündedir. Yine önceden bahsetmiş olduğumuz Yargıtay’ın kötü niyetli tescil halini bir hükümsüzlük sebebi olarak kabul eden ilk kararında da bu husustan bahsedilmiştir.
Tüm yukarıdaki açıklamalardan ötürü kötü niyet kavramı pozitif hukukta açıklamadığından dolayı sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu sıkıntıyı giderecek kanun koyucudur. Kanun koyucunun bu yönde bir karar alarak kötü niyet kavramının ne olduğunu ve ne hallerde olabileceğini tahdidi olmasa da örnekleme yoluyla açıklaması doğru olacaktır. Değinilmesi gereken bir diğer konu ise kötü niyetli tescilin nispi ret nedenleri arasında düzenlenmiş̧ olduğudur. Bu hususta nispi ret nedenleri arasından çıkartılarak mutlak ret nedenleri arasına konulmasında hem hukuki yarar hem toplumsal yarar söz konusu olacaktır.